Satoshi Kon garip bir şekilde hem çok bilinen, hem de bilinmesi gerektiği kadar bilinmeyen biri gibi. Mesela animesever kesim içinde adını duymak istediğiniz kadar sık duyamıyorsunuz ama animeyle değil de genel anlamda sinemayla yakından ilgili kişilerden adını sıkça duyabiliyorsunuz.
Aslında ben de öncesinde yapıtlarının ismini duymakla beraber kendisinin ismini ilk olarak maalesef 2010’da ölümüyle birlikte duymuştum. O dönem animeyle ilgilenen çoğu kişi de Satoshi Kon’un vefatı sonrasında ortaya çıkan veda mektubunu okumuştur. Ben de o mektubu okumuş ve hemen ardından Perfect Blue’yu izleyerek kendisi hakkındaki övgülere katılmıştım. Inception çıktığında ortalarda dolanan Paprika muhabbetleriyle de Paprika’yı izlemiştim. Ancak nedense kendisiyle tanışıklığım o noktada kalmış. Geçen taslaklardaki yazılarımı kurcalarken bu ikilinin beklediğini fark ettim ve Satoshi Kon’un en azından filmografisini (serileri de hala izlemediğim için utanç içindeyim) tamamlayıp, adam gibi bir şey yazmaya karar verdim.
Sanırım Satoshi Kon’un yeterince bilinmemesinin nedeni lanse edilme şekli. Ben Perfect Blue’yu izlemek için bilgisayar karşısına geçtiğimde filmin sıkıcı olabileceği ön yargısıyla başlamıştım çünkü Satoshi Kon filmlerinin çoğunlukla kafalarda soru işaretleri bırakmasını öyle anlatıyorlardı ki kafalarda gereksiz metafor ve anlaşılmaz göndermelerle dolu, iç sıkan bir şey canlanıyordu. Ancak şu kadar diyeyim, izlediğim filmler o kadar sürükleyiciydi ve anlaşılmaz tarafları bile öyle sevilesiydi ki başlarından kalkmadan izledim. Hatta bu yazı vesilesiyle, unutmaya yüz tuttuğum Paprika ve Perfect Blue’yu yeniden izledim ve yeniden aşık oldum.
Bolca laf salatasının ardından kronolojik sırayla filmlerden bahsetmeye başlıyorum.
Parufekuto Buru/Perfect Blue (1998)
Satoshi Kon aynı zamanda bir çizer ve metin yazarı da olduğundan bu ilk filmi sayılmaz belki ama ben bu yazıda sadece yönetmen koltuğunda oturduğu filmlerden bahsedeceğim. Film Yoshikazu Takeuchi’nin aynı adlı romanından uyarlanmış. Perfect Blue’da şarkıcılıktan oyunculuğa geçen bir pop yıldızının bu karar üzerine yaşadıkları konu edilmiş. Ancak bu çok kaba bir özet ve filmin size yaşattıklarını solda sıfır bırakıyor.
Filmin asıl çekici yönü gerçek ve kurgunun arasındaki çizginin giderek bulanıklaşması ve izleyiciyi fazlasıyla içine çekmesi. Başta konunun nereye gideceğini ve kimler arasında neler yaşanacağını tahmin ettiğinizi zannediyorsunuz zira bazı ipuçları veriliyor sürekli ama zamanla hiç beklemediğiniz bir yerden vuruyor sizi film ve kafanızda bir dolu soru oluşurken, sorulara verdiğiniz cevaplar da sürekli değişiyor. Böyle karmaşık bir dilde anlattığıma bakmayın, emin olun bunlar olurken film sizi öyle içine çekiyor ki cevaplarla kafanızı yormuyorsunuz bir süre sonra.
Filmi psikolojik gerilim türüne dahil edebiliriz sanırım, hatta psikolojik yönü ağır basıyor. Bunun haricinde Japon eğlence sektörünün acımasızlığı hakkında da fikir veriyor üstelik bu sektörün hiç değişmediğini de görüyorsunuz (filmin 16 yıllık olduğunu düşününce). Kore eğlence sektöründen haberdar arkadaşlar filmin bu yönünü de çekici bulacaktır sanırım. Çoğu Korelinin idollere karşı küçümser tavırları ve bir idol oyuncu olmaya kalktığında yaptıkları acımasız yorumları biliyoruz. İşte filmin baş kahramanı da tam olarak böyle bir süreçten geçiyor ve bu süreci pek de hafif atlatamıyor bazı sebeplerden. O ikiye bölünmüşlük de sadece bir ikilem olarak kalmıyor, karakterin hayatına hiç tahmin edemeyeceği bir şekilde etki ediyor. Zaten siz de izleyici olarak onunla aynı süreçlerden geçtiğiniz için ne dediğimi izlerken anlayacaksınız.
Gereksiz bilgi olarak; Darren Aronofsky’nin Requiem for a Dream ve Black Swan’daki bazı sahneleri bu filmden ilham alarak çektiğini söyleyelim (kendisi inkar etmiş diyenler olsa da). Zaten son filmi Noah’ı Satoshi Kon’a ithaf etmiş diye duydum yani bir ilham durumu olduğu kesin. (Bence filmografisinin çürük elması olacak o film bu arada, keşke başka filmi ithaf edeymiş demekten de kendimi alamadım)
Kısacası kesinlikle başından kalkamayacağınız ve heyecanı giderek tırmandıran bir film Perfect Blue, sanırım bu dört film içinde de favorim. +18 sahneler barındırdığı bilgisini de sıkıştırıp, diğer filme geçiyorum.
Sennen Joyu/Millenium Actress (2001)
Satoshi Kon’un belki de aşkı işlediğini iddia edebileceğim tek filmi budur, hatta belkiyi bırak, bariz aşk filmidir. Bu filmin kahramanı da, isminden anlaşıldığı gibi bir kadın oyuncudur, hatta filmdeki karakterin yazımına Setsuko Hara ve Hideko Takamine adlı Japon aktristler ilham vermişlerdir. Tam olarak gerçek hikayeye dayandığını söyleyemeyiz belki ama esinlenme olmuş.
Chiyoko Fujiwara, yaşını başını almış ve film sektörünü çoktan bırakmış. Bir gazeteci bu yıllardır kabuğuna çekilmiş efsanevi oyuncuyu kabuğundan çıkmaya ve kendisine röportaj vermeye ikna ediyor ve biz de röportajı yapan gazeteci ve kameramanı ile beraber Chiyoko Fujiwara’nın geçmişinde yolculuğa çıkıyoruz. Sanat hayatını dinliyoruz gibi ama aslında dinlediğimiz daha doğrusu izlediğimiz (çünkü filmde sahneler karakterin ağzından anlatılmayıp direkt canlandırılıyor) bir arayış hikayesi.
Şu ana kadar sıkıcı ve belgeselimsi bir hava yarattığıma eminim ancak film öyle değil. Bir önceki filmdeki gerçek ve kurgu arasındaki bulanıklık, bu filmde de farklı bir şekilde de olsa karşımıza çıkıyor. Bu kez aktristin anlattıklarının ne kadarı film sahnesi, ne kadarı gerçekten olmuş tereddüte düşüyoruz. Ancak bu geçişler o kadar başarılı ve buradaki sahneler o kadar renkli ki bir süre sonra, filmin akışına alışınca gayet keyifli geliyor. Bir de olayın varacağı noktayı merak ettiğinizden iyice içine çekiliyorsunuz.
Filmdeki sinema yolculuğunun, tüm bu “film içinde film” durumunun bir diğer çekici yönü ise Japon sinemasını da bir şekilde özetliyor olması. Satoshi Kon ve ekibi bu sahneleri yaratırken Japon yönetmenler ve kült filmlerden ilham almış, hatta kamera kullanımına kadar göndermelerde bulunmuşlar. Keşke hepsini anlayabilseydim ama Japon sinemasında hala birkaç ismin ötesine geçemedim sanırım.
Yine 90 dakikaya bile varmayan süresiyle üzücü şekilde kısa, yer yer eğlendiren yer yer hüzünlendiren bir Satoshi Kon filmi. Üstteki filmden farklı olarak reşit olmayanlarımız da keyifle izleyebilir.
Tokyo Goddofazazu/Tokyo Godfathers (2003)
Sanırım bu dört film içinden farklı olanı işaretlememiz gerekseydi, o film bu olurdu. Tokyo Godfathers yönetmenin diğer çalışmalarından kesin bir çizgiyle ayrılıyor. Diğer filmler daha çok işin meraklısına hitap ediyor ama bu filmin ortalama izleyiciye hitap ettiğini söyleyebiliriz. Bununla demek istediğim film izlerken kafasında belli bir olay örgüsü olan ve bunun dışına çıkılmasından, kısacası açık sonlar, cevaplanmayan sorular ya da ters köşelerden hoşlanmayan izleyici. Buraya kadar filmi aşağılıyormuşum gibi oldu ama hiç öyle değil aslında.
Film tam anlamıyla bir Noel filmi. Hani Amerikalıların bayıldığı sıcak aile filmleri vardır ya tam da Noel zamanında geçen, işte öyle bir havaya sahip. O tür filmlerde göreceğiniz tesadüfler ve yine öyle filmlerde görmeye alışık olduğumuz zor zamanlarda bile umudunu yitirmeyen, iyi yürekli karakterler var. Ancak bunlar hanesine artı olarak geçiyor bence çünkü genelde bu tür filmleri sevmeyen ben bile filmi yüzümde bir tebessümle sonlandırdım.
Filmin en büyük başarısı yaratılan karakterler kesinlikle. Bir transseksüel, bir alkolik ve evden kaçmış ergenlik çağında bir kız… Bir şekilde yolları kesişmiş olan bu üç evsiz bir gün terk edilmiş bir bebek buluyor ve bebeğin ailesinin peşine düşüyor. Bu esnada hepsinin geçmişi, o noktaya nasıl geldikleri birer birer dökülüyor. Bu sayede karakterler bizden biri oluyor. Ben özellikle Bayan Hana’ya bayıldım ama her birinin ayrı cazibesi olduğunu söyleyebilirim.
Bu üçlünün arayışına çok güzel müzikler ve Tokyo’nun harika çizilmiş manzaraları eşlik ediyor. Filmdeki metropol manzaralarına bayıldım. Bunun dışında Satoshi Kon karakterlerde alışıldık çizim tarzının dışına çıkmış gibi. Genel görünümlerinden ziyade, ağlama sahneleri gibi sahnelerde anime izleyicisinin alışık olduğu o abartı var. Bu yüzden belki genel animelere yakın gibi duruyor ama bence en klişe haliyle bile hala bir gömlek üstte.
Kısacası yine +18 bir film olsa da, yönetmenin diğer yapıtlarından farklı, daha az gerçekçi (karakterler çok gerçek ama tesadüfler açısından biraz gerçek dışı) ama daha sıcak ve sevimli bir film.
Papurika/Paprika (2006)
Bir diğer Hollywood’a ilham verdiği iddia edilen Satoshi Kon filmi de Paprika’dır. Tuhaf bir şekilde bu filmi animeyle uzaktan yakından alakası olmayan bir arkadaşımdan duyunca şaşırmış ve artık izleyeyim demiştim. Rüyalarla ilintili olması zaten hanesinde artıydı benim için.
Öncelikle Inception için bu filmden ancak ilham aldı denilebilir, belki almamıştır da bilemiyorum ama ortada çok büyük bir benzerlik yok. Hele ki “çakma” falan demenin Christopher Nolan’a büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. İkisi de ayrı ayrı sevilesi filmler.
Filmin öyküsü Yasutaka Tsutsui’nin aynı adlı romanından geliyor, tabi Kon’un bu orijinal konuyu görsele dökmesiyle bambaşka bir hal alıyor. Şimdiye kadar rüyaları ele aldığını zaten öğrendik. Tabi Inception’da olduğu gibi bir “başkalarının rüyanıza davetsizce girmesi” durumu da var. Bunun dışında konunun detaylarına girmeyi gereksiz görüyorum. Zaten film kendi içinde ortaya attığı her soruyu cevaplayan bir film bile değil. Ancak bu seyir zevkini kesinlikle azaltmıyor.
Satoshi Kon’un filmlerinde işlerin nasıl döndüğünü artık anladınız bence, bu kez de rüya-gerçek ayrımını tam yapamıyoruz. Ancak bana göre filmin çekici yönü bu belirsizlik ve bıraktığı merak hissi. Zaten filmdeki rüya sahneleri o kadar büyüleyici ve sizi öyle içine çekiyor ki dediğim gibi bazı şeyleri çok kurcalamıyorsunuz. Madem bu kadar karşılaştırdık söylemeden de geçemem, bence bu açıdan Inception’dan bir tık ilerdeydi film, rüya sahneleri gerçekten rüya görüyormuşsunuz gibi bir his bırakıyordu. Inception da bu hissi bırakıyordu belki ama bu filmde daha yoğun hissettim. Geçişler ve detaylar bu hissimi kuvvetlendirdi tabi.
Filmde +18 sahneler yine. Perfect Blue kadar olmasa da, yer yer geriyor da. İzleyin ama, izlemediyseniz eksiksiniz.
Maalesef bu kadarcıktı, bitti. Eğer bir gün Dreaming Machine tamamlanırsa yeni bir yazı yazarım buralara. Dreaming Machine Satoshi Kon’un üzerinde çalıştığı son proje ve aslında çizimler ve senaryo bitmiş. Maddi kaynak bulunursa tamamlanacak umarım. Ancak ondan önce sırada henüz izlemediğim serileri var.
O halde yazı böyle bitsin.