No.6- Bilimkurgu ve Distopya Sosu Eşliğinde Shounen Ai

Anime konusunda bundan sonra Suspus’un önerdiklerini kanun bellemeye karar verdim. Bu animeden de bir kaç kez bahsedince artık dün neredeyse bütün günümü ayırdım, arkadaşlarımı ağaç etme pahasına yayınlanan 7 bölümü birden bir lokmada mideye indiriverdim. Suspus’un blogu artık ağ falan bağladığından yazma işi bana düştü.

No:6 pek çok şeyden bahseden bir anime. Türü bilimkurgu olarak geçse de içinde ama az ama çok pek çok tür ve tema harmanlanmış. En baştan animenin Shounen ai (iki erkeğin ilişkisini anlatan manga/anime) türünde olduğunu belirtelim. Gerçi Shounen ai Yaoi kadar sert bir tür değildir. İlk olarak 9 volümlük bir roman olarak yayınlanan No.6 bu yıl mangaya uyarlanmış ve hemen akabinde anime uyarlaması da gelmiş. 10 bölüm olarak planlanan animenin ilk 7 bölümü halihazırda yayınlanmıştır. Size tavsiyem benim gibi sabırsız davranmayıp bir kaç hafta daha beklemeniz ve toptan izlemeniz.

Pek çok animede Japonya’nın bilinen hali dışında adlandırıldığı ve  şimdikinden farklı resmedildiğini görmüşüzdür. Mesela Code Geass’te istila altındaki Japonya’ya 11. bölge denmekteydi. No.6 da durum biraz farklı aslında bahsedilen ülke daha hayali, yani bir zamanlar Japonya olduğuna dair elimizde bir veri yok. Bahsedilen bölgeye No.6 deniyor, teknolojik anlamda oldukça gelişmiş olmasının yanında görsel anlamda da bazen “gerçek olamayacak” kadar güzel izlenimi veriyor. Distopya türüyle ilgili biri olarak bu animenin beni kendine çekmesine şaşmamam lazım aslında. [Bu arada distopya, kısaca “ütopyanın zıttı” olarak adlandırabileceğimiz edebiyat ve sinemada rastlanan bir türdür. Ütopya nasıl ideal bir evren çiziyorsa distopya tam zıttını resmeder. Tam bir felaket senaryosudur. Bu türdeki 1984 ve Fahrenheit 451 romanlarını başlangıç olarak türe merak besleyenlere tavsiye edebilirim.]

Bu animeyi distopya türüne dahil eden nedir peki? Hükümet çaktırmadan her yaptığınızı izliyor, bunun için kola takılan bir bileziği kullanıyor. Bu bilezik güya sizin kimliğiniz ancak aslında izlenmenizi sağladığından bir anlamda sizi No.6’ya bağlıyor. Bana animenin distopik olduğunu düşündürenlerden biri de No.6 yönetiminin sanata bakış açısı. No.6’dakiler kapsamlı bir eğitim almalarına rağmen bu eğitim ağırlıklı olarak bilimsel. Onları gerçek anlamda geliştirebilecek, ufuklarını açıp, düşünmeye itecek sanatın hayatlarında yeri yok. Kitap okumalarına ya da Picasso, Shakespeare gibi isimlerden haberdar olmalarına izin yok. Acaba bu No 6’ya has bir durum mu, diğer yerlerde durum nasıl? No.6 dışında zamanla No.5’ten de haberdar oluyoruz, burası “yurtdışı” olarak geçiyor, şartları No.6’ya göre nispeten rahat, burada sanat ile ilgilenmenizde bir sakınca yok görünüşe göre.

Bir de ortalıkta kol gezen şüpheli bir hastalık var, belki de asıl macerayı başlatan o oluyor biz izleyiciler için. Kara bir lekenin boyunda belirmesiyle başlayan rahatsızlık kısa zaman içinde kişiyi yaşlandırıp, ölmesine neden oluyor. Hastalıkla ilgili geri kalan detayları animede bulabilirsiniz ancak 7. bölüm itibariyle durum hala tam olarak aydınlanmış değil.

No.6’dan bolca bahsettik, karakterlere gelelim. Sion No.6’da annesiyle yaşayan 12 yaşında zeki bir çocuk. Bu yüzden özel bir eğitim görüyor. Oldukça elit bir çevrede geçiyor hayatı. Bir gece balkonunda beliren Nezumi (Japonca’da anlamı sıçan-fare yani, bu yüzden çevirilerde çoğunlukla İngilizce’si olan “Rat” kelimesi geçiyor) Sion’un hayatını kökten değiştiriyor. Kendisiyle aynı yaşlarda olan bu çocuk fırtınalı havada kolu kanlar içinde Sion’un karşısında belirince, Sion’un yardım etmekten başka çaresi kalmıyor. Kısa zamanda çocuğun kaçak bir suçlu olduğunu öğreniyor. Peki böyle parlak bir öğrenci evinde bir suçluyu barındırırsa ne olur? Nezumi gibi 12 yaşında bir çocuk ne gibi bir suç işlemiş olabilir? No.6’da bir kimliği yoksa nerede yaşıyor olabilir? Bunları 4-5 yıl sonrasına gidince öğreniyoruz. Ben de gerisini anlatma işini animeye bırakıyorum.

Gelelim animeyi bana sevdiren nedenlere. İlk neden çizimleri. Yer yer 5 Centimeters Per Second tadı yakaladım, özellikle fırtına sahnelerinde.

İkinci nedeni ise konusu ve olay örgüsü. Ben yukarda bolca distopya vb. bazılarına sıkıcı gelebilecek konulardan bahsetsem de anime çok sürükleyici. Bir oturuşta 7 bölümü sıkılmadan izletti. Emin olun benim sıkıcı anlatımımın aksine gayet sürükleyici.

Bir neden de müzikleri açılış ve kapanış müziklerinin yanında, arka plan melodilerine de bayıldım.

Bir başka neden tabi ki shounen ai faktörü. Oldum olası bu tür animeleri sevdiğimden buna da ısınmam zaman almadı. Üstelik burada söz konusu iki erkeğin ilişkisi yaoilere nazaran daha derin oluyor. İşin daha ziyade “duygu” kısmı baskın olduğundan siz de pek çok şeyi yavaşça onlarla keşfediyorsunuz.

En son neden 2 karakteri de inanılmaz sevmem oldu sanırım. Animede yan karakterler de olsa da çoğunlukla Nezumi ve Sion’u izliyoruz. Sion klasik daha masum ve iyi niyetli tarafken, Nezumi daha sert, karanlık tarafta yer alıyor. Özellikle Nezumi gerçek olmasını dileyebileceğim anime karakterlerinden oldu. Gerçi Nezumi’nin de ne kadar sert olduğu tartışılır, 6. bölümden sonra buradaki imayı anlarsınız. Yan karakterler de hiç fena değil. Ben en çok dogkeeper’ı sevdim.

Sevdiğim bir kaç türü bulabildiğimden belki bilmiyorum ama ben beğendim. Herkesin beğenmesini garantileyemem ama türü sevenlere tavsiye edeceğim bir anime. Fikir edinmek için mutlaka ilk ve ikinci tanıtımlarına bakıverin.

Sekaiichi Hatsukoi- Güzel bir Yaoi arayanlara…

Yukarda ismini gördüğünüz tatlı mı tatlı bir yaoi. Uzun süredir adam gibi tanıtım yazısı yazamadığımı anlayınca, bu çiçeği burnunda animeyi sizinle paylaşmak istedim. Benim gibi yaoi (iki erkek arasındaki aşkı işleyen anime/manga) sever pek çok blogcu arkadaşım olduğunu da bildiğimden, eğer ki haberdar değilseniz sizi bu güzel animeyle tanıştırmak istedim.

Öncelikle animenin OVA’nın indirme linkine şurdan, 1. bölümünkine de şurdan ulaşabilirsiniz. İçlerinde bana mangayı tavsiye eden pek sevgili arkadaşımın da bulunduğu bu ekip, hızlıca Türkçe’ye çeviriyorlar bölümleri, türü seviyorsanız mutlaka bir girip bakın. Çevirilerin çok başarılı olduğunu da ekleyeyim.

Şimdi gelelim konumuza. Öncelikle klasik seme/uke çiftimiz var. Yani saf, sevimli ve çocuksu ukenin karşısında aksi, soğuk ve sert seme var. Aslında konusunu çok anlatıp bozmak istemiyorum. Kısaca -gizemli bir dille- bahsedersem iki kitap kurdunun yolları kütüphanede kesişir, bir aşk yeşerir. Ancak her güzel şey gibi bunun da bir sonu vardır. Uzun yıllar sonra ikilinin yolları tekrar kesişir. Bu kez birbirlerini hatırlayacaklar mı, ya da kim kimi unutmuş olacak tüm bunları cevabını kısa zamanda alacaksınız.

İkilinin yollarının tekrar kesiştiği yer ise bir yayınevi. Yalnız bu yayınevi ukemiz olan Onodera’nın beklentilerini pek de karşılamıyor. Zira Onodera’nın çalışmaya başlayacağı departman “shoujo” departmanı. Hani şu genç kızlara hitap eden kalpli, pembiş manga/anime türü. Aşktan da elini eteğini çekmiş biri olarak bu pek de açmıyor Onodera’yı. Ancak sonunda orada çalışmaya başlamaktan başka çaresi kalmıyor.

Bu departman garip çalışanları, hepsinden de garip baş editörüyle girdiği anda Onodera’yı geldiğine geleceğine pişman ediyor. Ancak zamanında babasının yayınevinde çalışırken torpil iddialarından dili yandığı için, bu kez kendi ayaklarının üzerinde durmakta kararlı.

Anime bir yaoiden beklediğiniz herşeyi veriyor. Sürükleyici, eğlenceli, duygusal ve romantik. Üstelik bu bir yaoi! Aşırı ince sesiyle şirin olmaya çalışan bir kız yok, gereksiz yanlış anlamalar yok. Daha yetişkin kesime hitap eden bir tür olduğundan, kimsenin nazını niyazını çekmiyorsunuz 75 bölüm.

Yaoi reklamımı da yaptıktan sonra bir kaç tavsiye vereyim. Önce OVA bölümü ardından ilk bölümü izleyin mutlaka. Bu arada 2. bölüm de yakın zamanda yüklenecekmiş. Ben devam eden anime/dizi vb.lere başlamayı pek sevmesem de, pişman değilim. Bazen yeni bölümü beklemenin heyecanını da sevdiğimden şikayetim yok.

O halde herkese iyi seyirler.